Bir fikri olmayanlara veya beni tanımayanlar için; adım Deniz Ege Tunçay. Uzun bir süredir bu konuda bir çalışma yapmadığım halde; 3D Artist’im (Üç boyutlu modelleme yapanlar için kullanılan ifadelerden bir diğer de 3D Modeler). Üniversite’de Görsel İletişim Tasarımı okurken, aynı yıllarda Özgürlükİçin.com [1] adıyla Türkiye’de özgür yazılım ve GNU/Linux camiasına büyük katkı sağlamış toplulukta yer aldım. En azından ben öyle düşünüyorum. Blog [2] yazma alışkanlığımı da o dönem kazandım.
İlk blog’umu yanılmıyorsam 2007 senesinde açmış olmam lazım. Bu süre içerisindeki kaçıncı “Merhaba Dünya?” başlığını atıyorum şu an ben de bilmiyorum. 2000’li yılların başlarında, web sayfası [2] açma hevesiyle GeoCities‘te ilk adımını atmış biri olarak; 2007’den 2014’e kadar hem ilgi alanım, hem de ilgi alanımı konu alan işim sebebiyle hâlâ blog’umda yazılar yazıyordum; özellikle “Linux’ta Nasıl Yapılır?” ve “Hede oyun Linux’ta nasıl çalıştırılır?” konseptli kendi üslubumca çokça yazmıştım.
Son senelerde üzerine pek düşmediğim ve bir şeyler üretmediğim üç boyutlu tasarıma tekrardan eğilmek istiyorum. Yapacağım görsel işler ve yapım süreçleri de aslında bu blog’un temellerinden biri olacak.
Üç senedir düzenli olarak bir takımsakatlıklar geçiriyorum. Ben bu satırları yazıyorken birini (femur başı avasküler nekrozu) hâlâ atlatabilmiş de değilim. Bu zorunlu istirahat sürecince, son on küsur yıldır neden bi’şeyler yazmadığımı düşünmek için fırsatım da oldu. Bundan on küsur sene önceki bene baktığımda; daha goygoy tarafım sosyal medyada, daha üretken ve paylaşmaya meraklı tarafım da gene blog sayfamdaydı. Goygoy Deniz Ege zaman içerisinde ülkenin kaotik gündemi tarafından yoruldu, alerjik tepki (mecazî anlamda) göstereye başladı ve ciddileşti. Birşeyler üretmeyi seven Deniz Ege ise sakatlandı (fiilen; karpal tünel sendromu), öğrenmeye ve paylaşmaya meraklı tarafım da biraz tembelleşmeye başlamış; “tamam ya, kalsın şimdilik” diyordu. Sosyal medyanın yükselişi de blog’ları fazlasıyla geri plana atınca, yazmak için bir etki de kalmamıştı.
Sosyal medya bir iletişim aracı olsa da, “algoritma” akıntısında bilgilerin ve paylaşımların derinliklerde gömüldüğü, hızlı bir biçimde kaybolduğu bir yapıya büründü en sonunda. Az kişiye ulaşsa da veya okunmasa da yazacaklarımın en azından bir kısmının internette sakin, durağan bir yerlerde sabit kalmaları gerektiğini düşünüyorum. Görüşlerimi veya bir deneyimimi paylaşacaksam, bu paylaşımların barınacağı yer sosyal medya platformları değil, benim çöplüğüm olmalıydı. Olur da ilgimi çeken bir konuda video yayınlayacaksam; uzun ve sıkıcı ama birilerinin ihtiyaç duyabileceği detayları o video’da değil, blog’umda paylaşmalıyım ki, izleyenin veya dinleyenin de canı sıkılmasın.

Uzun yıllar ekran başında çalışmış biri olarak, kovid salgını döneminde kökten bir değişiklik kararı almış; ekran başından uzaklaşarak farklı bir iş hayatına geçiş yapmıştım; 2016’dan beri hayatımın bir parçası haline gelen ve artık ruhuma işlediğini hissettiğim bisiklet tutkusuyla, bu sektörde şansımı denemek istedim. Çok fırsatını bulamamış olsam da yer yer elimin kirlenmesinden de pekâla memnundum. Ancak çocukluğumdan beri beni terketmeyen bel fıtığım ve yeni yeni peydah olan avaküler nekrozum benimle pek aynı fikirde değillerdi. Bedenen istirahat ettiğim ama aklen pek de rahat hissetmediğim bu süreçten sonra, iş hayatım için kendime –tekrardan– ekran başında yeni bir rota belirlemem gerektiği sonucuna vardım. Bu uzun süreçte ve sonrasında blog sayfam için de bolca malzeme biriktirmiş olurum, diye düşünüyorum.
Blog sayfam için mevcuttaki tasarımlardan / temalardan birini alıp hızlıca uyarlamalar yapmayı “şimdilik” uygun gördüm. Eski bir tasarımcıdan görsellerle dolu bir sayfa görmeyi beklerdiniz belki de ama şimdilik hayır; bir çok sosyal medya platformunda yeterince görselle boğuluyoruz. Bu sebeple web günlüğü göze güzel gözüksün; sade ve mümkün olduğunca metin odaklı olsun istiyorum. Ancak bu tasarımı uzun süre kullanmaya niyetli değilim. Onun da çaresine bakacağım ilerleyen haftalarda.
Üniversiteye başladığım 2007 senesi ve takip eden seneler yazmak ve paylaşmak konusunda eğlenceliydi. Dijital ortamda tasarım yapmak artık hobiden meslekî sürece geçmiş; kıyıda köşede Linux kullanırken maruz kala kala ülkede özgür yazılım adına katkı ve içerik sağlayan insanların ortasında buldumkendimi. Çevremde yazan bolca insan varken ve hatta Vikipedi’ye nitelikli içerikler yazan bir patronum (biri Ali Işıngör‘e madalya versin!) varken; yazma dürtüsünün kıpraşmaması mümkün değildi zaten. O günlerden bugünlere çok da aktarılmaya değer bir yazı da göremedim kendi blog’umda. Çoğunluğu geçerliliğini kaybetmiş içeriklerden ve bir kısmı da bugün baktığımda yazım tarzımı beğenmediğim yazılardı.
Muhtemelen bundan 10 küsur sene öncesindeki kadar sık değil; az ama öz; olabildiğince kaynaklarla desteklenen; elbet birilerinin işine yarayabileceği detayların serpiştirildiği yazılar için web günlüğümü, benim tercih ettiğim Seyir Defteri‘mi) tekrardan ayaklandırıyorum.
Galiba sadece tüketmek, biraz yorduğu gibi de boğuyor gibi de hissettiriyor.
Nasıl ve ne yöne giderim, bilmiyorum. Ama bir süredir olduğum yerde, aynı şekilde
duruyormuşum gibi hissediyorum. Ve 38’ine adım atan biri için oldukça korkutucu.
Dipnotlar:
- Sözü edilen yıllarda Özgürlükİçin.com; Tübitak UEKAE bünyesinde geliştirilen Pardus Linux’u tanıtmak, özgür yazılım temelleriyle bilişim okuryazarlığına katkı sağlamak amacıyla kurulan ve teknik konularda destek alabileceğiniz rehber makalelerini bünyesinde barındıran bir topluluk sitesiydi. Temmuz 2007’de yayın hayatına başlayan Özgürlükİçin.com, Pardus projesinin 2012’de sonlandırılmasıyla birlikte öksüz kaldı. Alan adına ne yazık ki sahip çıkılmamış ve sonucunda şu an başkalarınca kurulmuş genel-geçer bir haber sitesi olarak kullanılmaktadır.
- Web sayfası; tek bir sayfadan oluşur. Web Sitesi; birden çok sayfayı barındıran bir bütündür. Blog; internet (web) üzerinde tutulan bir “log” (günlük/kayıt) anlamına gelir. 1999’da programcı Peter Merholz, “weblog” kelimesini şaka maksadıyla “we blog” olarak böler ve “blog” terimi yaygınlaşır.
İlk Yorumu Siz Yapın